x9pwViW. Aşk hikayeleri sinemanın vazgeçilmezidir. Erkek kadına aşık olur ve her türlü zorluğun üstesinden geldikten sonra el ele tutuşup sonsuza dek mutlu yaşamak üzere hayallere karışırlar ama bazen masal orta yerinden kırılır ve o aşkın içine biri girer! Öteki Sinema’nın listecibaşı Begüm Özdemir, bu kez aldatma temalı filmlere el atıyor ve size bu konuda izlemeniz gereken 21 filmi listeliyor. Umarım başınıza bu filmlerde yaşananlar gelmez zira bu aldatma işinin sonu kötü bitiyor ya da sinemacılar kutsal aileyi korumak için bizi buna inandırıyorlar. Listeyi incelerken fark edeceksiniz ki Hollywood sinemacıları aldatma hadisesinden gerilim çıkarmak için faydalanırken Avrupalı ya da Asyalı sinemacılar işin aşk ve tutku boyutunu ele almayı tercih ediyor. İyi okumalar… An Affair To Remember 1957 Bir gemi seyahatine katılan gece kulübü şarkıcısı Terry McKay, kadınların kalplerini çalan Nickie Ferrante ile tanışır. İkilinin arasında karşı konulmaz bir çekim gerçekleşir. Ancak ikisi de başkalarıyla nişanlıdırlar. Geminin mola verdiği yerlerdeki turlarda birbirlerini tanımaya çalışan ikilinin ilişkisi büyük bir aşka dönüşür. Ancak birlikte olabilmeleri için bazı sorunları çözmeleri gerekir. Bir anlaşma yaparlar Altı ay sonra Empire State binasında buluşma kararı alırlar. Eğer ikisi de buluşmaya gelirse aşklarının gerçekliği kanıtlanacaktır. Ancak hayatın onlara ne getireceği belirsizdir. The Graduate 1967 Üniversite öğrenimini yeni bitirmiş genç Benjamin, okulu bitirmesinin ardından büyük bir boşluğa düşmüştür. Ne yapacağına dair karar veremeyen genç adam çevresi tarafından sürekli sıkıştırılmakta, ancak onların istediği gibi yaşamayı istememektedir. Depresyonun eşiğine gelen genç adamın hayatı, şehir dışındaki evlerinde dinlendiği bir sırada babasının patronunun karısını görmesiyle aniden değişir. Kısa zaman içerisinde ilginç bir ilişkiye daha başlayacak olan Benjamin hem annesini hem de kızı Elaine’i aynı anda idare etmeye çalışacaktır. The Postman Always Rings Twice 1981 ABD’de tüm şiddetiyle süren ekonomik kriz yıllarında, rüzgârdaki bir yaprak gibi eyaletten eyalete sürüklenen Frank, güzel Cora ve kendinden yaşça büyük kocası Nick’in işlettiği küçük bir lokantaya gelir. Nick’in acıyıp yer gösterdiği genç adam Cora’yla tutkulu bir ilişki yaşamaya başlar. Aşktan gözleri kör olan sevgililer Nick’i öldürüp hem özgürlüklerine hem de sigortadan gelecek yüklü paraya sahip olmaya karar verirler. Ancak hayat sürprizlerle doludur… 1980’lerin en çok ses getiren filmlerinden biri olan yapım, ülkenin en iyi senaristlerinden David Mamet’in usta işi dramatik kurgusunun yanı sıra Jack Nicholson ve Jessica Lange’in tutku dolu oyunculuklarıyla da taçlanıyor. Aslında bir tekrar çevrim olan Postacı Kapıyı İki Kere Çalar, hem 1946 yapımı ilk versiyonuyla, hem de filmin uyarlandığı James imzalı romanla 1934 ayrı ayrı skandal olmuş bir kült. Kriz yıllarının ahlaki çöküşü nasıl hızlandırdığının da en kayda değer sunumlarından biri. Body Heat 1981 Tembel ve fırsatçı bir avukat olan Ned Racine, tanıştığı kadınları bir şekilde kullanmayı alışkanlık haline getirir ve Matty Walker’la tanıştığında da işlerin bildiği şekilde idare etmeye niyetlenir. Son derece varlıklı bir adamın eşi olan Matty de Ned’in bu ilgisini karşılıksız bırakmaz. Ned, kendi çıkarlarının peşinde olsa da bir süre sonra Matty’nin en başında kurduğu planla asıl oyuna getirilenin kendisi olduğunu fark eder. Lawrence Kasdan’ın senaryosunu yazıp yönetmenliğini yaptığı filmin başrollerinde William Hurt, Kathleen Turner, Richard Crenna ve Mickey Rourke yer alıyor. Fatal Attraction 1987 Karısı ve kızı şehir dışındayken avukat Dan Gallagher bir gecelik ilişki yaşamaya kalkışır. Yayıncı Alex Forrest ile yaşadığı bu kısa ilişkinin ona nelere mal olacağından ise haberi yoktur. Dan, yaşadıklarından sonra iletişimi kesmeye çalışır ama Alex ilişkiyi bitirmek niyetinde değildir. Dan’in onu reddetmesi üzerine çıldıran Alex şiddete başvurmaya başlar ve bunu Dan’in ailesine de yansıtır. 1987 yılının en iyi box Office başarısı olan film ihanetin sonuçlarını korkunç bir şekilde anlatıyor. Başrollerde Michael Douglas ve Glenn Close var ve ikisi de unutulmayacak oyunculuklara imza atıyorlar. Poison Ivy 1992 Sylvie Cooper özel bir okulda okuyan, varlıklı bir ailenin iyi huylu kızıdır. Sylvie’nin hayatını değiştiren ve dönüşümünü hazırlayan şey akıllı, çekici ve tehlikeli bir kızla, Ivy ile tanışmasıyla başlar. Ivy kısa süre içerisinde Sylvie’nin görkemli evinde yaşamaya başlar. Sylvie’nin annesi hasta, babası ise alkoliktir. Durumdan faydalanan Ivy, kısa süre içerisinde evin sahibi gibiymişçesine yaşamaya başlar. Sylvie’nin babasını baştan çıkarmaya çalışarak sınırları aşan Ivy’nin herkes için tehlikeli planları vardır. The Piano 1993 The Piano, dilsiz bir piyanist olan Ada ve kızının, 19. Yüzyılın ortalarında Yeni Zelanda’nın batı kıyısında geçen hikâyesidir. Altı yaşından beri tek bir kelime bile konuşamayan Ada bu suskunluğunu çok sevdiği piyanosuna yansıtmış, iyi bir piyanist olmuştur. Babası Ada’yı, Yeni Zelandalı bir zenginle yaptığı anlaşmayla evlendirir ve genç kadın kızını da alarak daha önce hiç görmediği, bilmediği bu ülkeye taşınır. Yeni kocasıyla arasında problemler yaşanır ve genç kadın piyanosundan ayrılmak zorunda kalır. Ancak bu esnada kendisini bekleyen bir sürpriz hayatındaki tüm aksaklıkları çözecek, onu bambaşka biri haline getirecektir. The Age Of Innocence 1993 Newland Archer aristokrat bir aileden gelen zengin ve başarılı bir avukattır. 1870’lerin New York’unda geleneklerine bağlı bir tavır sergileyen sosyetede evlilikler ailelerin istediği şekilde yapılıyordu. Genç ve güzel bir kız olan May Welland ile nişanlanan Newland için işler ailesinin istediği şekilde gidiyordu. Kocasından ayrılmaya karar verip kuzeninin yanına New York’a dönen May’in kuzeni Ellen’ın ortaya çıkmasıyla, Newland’ın rayında giden hayatı bir anda alt üst olacaktır. Martin Scorsese’nin suç filmleriyle dolu filmografisinde farklı bir yerde duran Masumiyet Çağı, arka planına sanayinin devriminin yaşandığı 1870’li yılları alarak katı kuralları olan muhafazakâr bir toplumda yasak bir aşk hikâyesini anlatıyor. The Bridges of Madison County 1995 1965 yazında geçen filmde Iowa’da yaşayan İtalyan bir ev kadını, Francesca’nın Meryl Streep hikâyesi anlatılır. Kocası ve çocukları Illinois Eyalet Fuarı’na gittiğinde, Francesca National Geographic için bir fotoğraflı makale hazırlamak amacıyla Madison County, Iowa’ya gelen bir fotoğrafçıyla tanışıp ona aşık olur. Birlikte geçirilen dört gün Francesca’nın hayatında bir dönüm noktası olur ve başından geçenleri bir günlüğe yazar. Bu günlük daha sonra çocukları tarafından keşfedilir. The English Patient 1996 Micheal Ondaatje’nin aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan film, II. Dünya Savaşı İtalya’sından Kuzey Afrika’nın savaş öncesi çöllerine kadar aşk, benlik ve savaşın öyküsünü anlatıyor. Minghelle, film boyunca aşkın farklı türlerini getiriyor karşımıza; Hana’nın hastasına duyduğu şefkat, Kip ile yaşadığı yoğun aşk, Almasy ile Katherine’in ilişkisi ve Almasy’nin milliyetçi tutkular yüzünden mahvedilen çöle duyduğu sevgi… Tüm bu farklı hikâyeleri başarılı senaryo geçişleri ile gerçekleştiren film, yönetmen Anthony Minghelle ile Juliette Binoche’un ilk ortak çalışması. 1996 yılında Oscar Ödülleri’nde de En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu da dahil pek çok ödül kazanandı. A Perfect Murder 1998 Zengin sanayici Steven Taylor’un her şeyi vardır ama en çok ihtiyaç duyduğu iki şey aşk ve karısının sadakatidir. New York finans dünyasında büyük başarı kazanan Taylor, karısı Emily Bradford Taylor’ın en değerli kazancı olduğunu düşünmektedir. Ancak Taylor, kontrollü tavrı yüzünden, karısını ne kadar çok sevdiğini, hatta ona ihtiyaç duyduğunu bir türlü söyleyemez. Oysa Emily, Steven’ın yanında taşıdığı güzel kadın rolünden daha fazlasını istemektedir. Zarif ve çarpıcı Emily, Birleşmiş Milletler’in Amerikan Büyükelçiliği ne yardım eder, tercümanlık yapar. Bir yandan da, Steven’ın gösteremediği ilgiyi bulduğu yetenekli fakat tutunamamış sanatçı David Shaw ile duygusal ilişki içindedir. David ve Emily, ilişkilerini David’in Brooklyn deki stüdyosunda aylarca gizlice sürdürürler. David sonunda Emily’nin kocasından ayrılacağını, birlikte yeni bir hayata başlayacaklarını düşünmektedir. Ancak kısa bir süre sonra, Steven, karısının uzak ve soğuk tutumunun sebebini öğrenir ve bu bilgi, onu karmaşık, ölümcül bir planın, mükemmel bir cinayetin tasarlayıcısı haline getirir. Bu planın sebeplerinden biri kıskançlık olabilir. Emily’nin sahip olduğu yüklü miktardaki tahvil ise belki sebeplerden bir diğeridir. Sebep ne olursa olsun, mükemmel cinayet planının gerçekleşmesi de tıpkı mükemmel bir aşk gibi imkânsızdır, oyun başladıktan sonra Steven beklenmedik oyuncularla karşılaşacaktır. A Walk on the Moon 1999 Amerika ile SSCB arasındaki soğuk savaş, her ne kadar daha çok seksenlerde yükselen yıldız savaşları projesi ve Sovyetlerin Afganistan’ı işgal etmesiyle su üzerine çıkmış gibi gözükse de aslında kökeni çok daha eskilere dayanmaktadır. İşte, seksenli yılların sonunda çekilen bu film, bu anlayıştan yola çıkarak soğuk savaş dönemindeki politik ortamın altmışlı yıllardaki arka planına değinmektedir. Sene 1969, Apollo Mission aya doğru hareket etmektedir. Vietnam’da ise komünist direnişçiler ile emperyalist ABD işgalcileri arasında kirli bir savaş yürütülmekte ve ülkede ona karşı gelişen savaş karşıtı hareket hızla yükselmektedir. Bu arada genç ve güzel ev kadını Pearl Kantrowitz’in monoton hayatı sıkıcılıklarla devam eder. Bütün bu karmaşa, çözülmeler, değişiklikler onun yanından geçip giderken o küçük hesapların kadını olarak gündelik yaşamını sürdürme kaygısı içindedir. Tek istediği; sadece çocuklarını yetiştirme ve iyi bir eş olabilmenin kaygısıdır. Pearl, ergenlik çağındaki kızı Alison Anna Paquin ve vaktinden önce gelişmiş garip oğlu Daniel ve her şeye burnunu sokan yaşlı çaçaron büyükanneyi de yanına alarak Dr. Fogler’ın Bungalovları’na doğru giden bir yol alır. Fakat, kocası Marty Liev Schreiber onlara katılamamaktadır. Dr. Fogler’ın Bungalovları, bir koyun içinde küçük bir evrendir. Bu sene, kadın kıyafetleri satan yeni, esrarengiz bir adam bu mekâna teşrif eder. Bu adam, çekici ve baştan çıkarıcı Walker Jerome Viggo Mortensen’dir. Pearl tanıştığı Walker Jerome’ın çekiciliğine kapılır ve onun sorumsuz bohem yaşamı ve oynadığı kışkırtıcı seks oyunları kadıncağızın aklını başından alacaktır. Pearl, birdenbire tehlikeli sularda gezinen ayrıksı bir ilişkinin içine sürüklendiğini fark eder. In The Mood For Love 2000 Hong Kong, 1960’lı yılların başlarını yaşamaktadır. Chau lokal bir gazetenin yazı işleri müdürüdür. Karısıyla birlikte büyük oranda Şangaylıların hayatlarını sürdürdükleri bir apartmana taşınırlar. Chau bir gün kapı komşusu Li-Chun ile karşılaşır. İkisi de eşlerinden bağımsız bir şekilde eşya taşımaktadırlar. Günden güne birbirleriyle yakınlaşmaya başlayan ikili bir süre sonra tuhaf bir gerçekle karşı karşıya kalacaktır. Bu da eşlerinin de birlikte oldukları gerçeğidir. Artık onların da kendilerini ve ilişkilerini yeniden gözden geçirebilecekleri bir ortam oluşmuştur. Unfaithful 2002 Sumner ailesi hayatta hiçbir sıkıntıları olmadan mutlu bir şekilde yaşamaktadırlar. Anne Connie Sumner, iş için New York’ta bulunduğu bir sırada ufak bir kaza atlatır. Yere düşen kadını kaldıran genç Paul, Connie’nin dizinde oluşan yarayı tedavi edebilmek için evine davet eder. Çaresiz kadın teklifi kabul etse de bu durumla ilgili bir ikileme kapılır. Kafasından bu fikirleri atmaya çalışan kadın kendini bir kez daha bu evde bulduğunda işler karışacaktır… The Good Girl 2002 Justine kocası Phil’i, kocası Phil ise Justine’i çok sevmektedir. Artık bir çocuk yapmanın vakti gelmiş gibidir. Ancak ikilinin tüm denemelerine rağmen Justine bir türlü hamile kalamamaktadır. Aklında ise bu sorunun sebebi olarak, kocasının içtiği esrar miktarı vardır. Bir gün beraber çalıştıkları Holden ile aralarında bir çekim oluşur ve Justine, doğru adamın Holden olduğuna karar verir. Ancak bu ilişki de kısa süre sonra Holden’ın bilinmeyen yüzü nedeniyle tehlikeli hale gelecektir. Closer 2004 Yazı, çizi ve editörlük işleri ile iştigal eden her hevesli katip gibi, Dan da yazarlık yapmayı kafasının içinden hevesle geçirmektedir. Ancak şimdilik, sadece ölüm ilanları yazarak hayatını kazanmak zorunda ve düşlerini ertelemektedir. Yazarlık hedefi olan genç bir gazeteci olan Dan, bir gün tesadüf eseri, bir kaza sonucunda Amerikalı Alice ile tanışır. İşte Dan, şimdi ilham perisine kavuştuğunu düşünmektedir. Alice’in hayatından yola çıkarak yazdığı kitap baskıya hazırlanırken, kapak fotoğrafı için gittiği fotoğrafçının Anna’ya aşık olması ve aralarında filizlenen ilişki, işleri biraz karıştırır. Zira yeni boşanmış olan Anna, Dan’in ilgisini karşılıksız bırakır ve Dan sayesinde tanıştığı doktor Larry ile evlenir. Fakat Anna ve Dan arasındaki elektriklenme, ikisinin de sevdiklerini aldatmasına sebep olacaktır. Bu kaçamakların ortaya çıkması ise dörtlünün hayatlarını alt üst eder. Matchpoint 2005 Bir tenis maçında topun çizgiye yaklaştığı anlar vardır. Biraz da şansın yardımıyla top içeri düşebilir ve kazanırsın? Ya da ileri gider ve kaybedersin? Gerçek bu kadar basit midir? Bir tenisçi olan Chris hayatı boyunca şansı yaver gittiği için kıskanılmıştır. Özellikle en yakın arkadaşı Tom’un kız kardeşi Chloe ile evlenmeye kalkıp büyük bir servetin ortaklarından biri olma şansını yakalayınca… Chris’in hayatının en mutlu günleri olması gereken evlilik aşamasında hayaller, Tom’un rüyaları bile süsleyecek derecede güzel nişanlısı ile tanışınca sona erer. Hayranlık kısa süre sonra takıntı boyutunda tutkuya dönüşecek ve Chris’i zor bir seçime zorlayacaktır. Brokeback Mountain 2005 İkisi de sert koşullar altında yaşayan bir çiftçi bir de kovboyun yolları bölgedeki Brokeback Dağı’nda kesişir. Bu dağdaki çiftlikte tanışan ikili arasında zamanla bir çekim oluşur ve günlerini birlikte geçirmeye başlarlar. Bu birliktelik son derece içten ve duygusal bir boyut kazanır. Ünlü Tayvanlı yönetmen Ang Lee’nin E. Annie Proulx’un meşhur hikayesinden uyarladığı film, destansı bir aşkı tüm incelikleriyle yansıtıyor beyazperdeye. Kısa bir sürede eşcinsel temalı sinema örneklerinin en önemlilerinden biri haline gelen yapıt Akademi Ödülleri’nde üç kategoride Oscar ödülüyle onurlandırılmıştı. Little Children 2006 Amerika’nın banliyösünde “Madam Bovary”nin yankıları. Sarah, bir reklam müdürü ile yaptığı sevgisiz bir evliliğin içinde savrulurken kızı ile parkta, havuzda uzun saatler geçirerek daha fazlasını elde etmek istemektedir. Brad, bir belgesel yapımcısı ile evli olan olgunlaşmamış bir ev erkeğidir. Ronnie, hapisten henüz çıkmıştır ve yaşlı annesi May ile birlikte yaşamaktadır. Larry emekli bir polistir ve Ronnie’nin kaçmasına engel olmuştur. Sarah ve Brad kesişirler. Ronnie ile Larry’nin şeytanları vardır. Brad’in bar için çalışması gerekir ve Larry işini kaybeder. Ronnie’nin annesi de oğlunun bir kız arkadaşa ihtiyacı olduğunu düşünmektedir. Sarah, daha fazla bu mutsuz hayatın içinde sıkışık yaşamak istememektedir. Film boyunca tüm bu karmaşık hikayelerin, her birini nereye götüreceği merak konusu olur. The Painted Veil 2006 Bu aşk hikayesinde Kitty, genç, zeki, utangaç ve biraz da duygusuz bir tavrı olan Dr. Walter Fane ile evlidir. Doktorun uzmanlık alanı enfeksiyona neden olan hastalıklardır. İşine fazlası ile düşkün olması karısının mutsuzluğuna neden olmaktadır ki Walter bunu, karısının kendisini aldatmakta olduğunu keşfettiğinde bile anlayamaz. Aksine intikam arzusu ile dolar. Dahası bu konuda öylesine acımasızlaşır ki bu intikamı farklı bir yöntemle gerçekleştirmeyi planlar. Çin’de herkesi öldüren bir kolera salgınının olduğu bir köyde hekimlik yapmayı kabul eder. Karısı da onunla gitmek zorundadır. Ölüm döşeğinde var olmaya çalışan bu köydeki insanlar arasında deneyimleyecekleri hayat onlar için de büyük bir dönüşüm anlamını taşımaktadır. Chloe 2009 Filmin hikâyesi Anne Fontaine’in yönettiği 2005 yapımı erotik psikolojik dram Nathalie’ye dayanıyor. Catherine çapkın kocası David’in bir ilişkisi olduğundan şüphelenince, onu test etmek için genç ve pahalı fahişe Chloe’yi tutar. Ancak üçü arasındaki ilişki bir saplantıya dönüşür ve kimin kime âşık olduğu gittikçe belirsiz hale gelir. Egoyan en rahat izlenen filmi olan Büyük Hata’yı Toronto’da geçen zeki ve seksi’ bir Hitchcock gerilimi olarak tanımlıyor. Yararlanılan kaynaklar ve Vikipedi Hangi film mutlaka izlenmeli?EN İYİ, EN UNUTULMAZ, İZLENMESİ GEREKEN FİLMLEREsaretin Bedeli 1994 9, 1972 9, Baba 2 1974 9, Şövalye 2008 9, 12 Öfkeli Adam 1957 8, Listesi 1993 8, Efendisi Kralın Dönüşü 20038, Ucuz Roman 19948, izlemeli aşk filmleri?Sil Baştan 2004 IMDb 8,4. … Prenses Gelin 1987 IMDb 8,1. … Gün Doğmadan 1995 IMDb 8. … Aynı Yıldızın Altında 2014 IMDb 7,9. … Not Defteri 2004 IMDb 7,9. … Günden Kalanlar 1993 IMDb 7,9. … Aşk ve Gurur 2005 IMDb 7,8. … Zamanda Aşk 2013 IMDb 7, guzel filmler hangisi?SON SENELERİN EN İYİ FİLMLERİ – GÜNCEL FİLM ÖNERİLERİInception IMDb … 2. Interstellar IMDb … 3. Parasite IMDb … The Departed IMDb … 5. Joker IMDb … 6. For Sama IMDb … A Separation IMDb … 8. 1917 IMDb ne izlemeli?İçinizi Isıtacak En İyi Romantik FilmlerMoonrise Kingdom, 2012 IMDb 7,8 … 10 Things I Hate About You, 1999 IMDb 7,3 … A Bout de Souffle, 1960 IMDb 7,9 … Cold War, 2018 IMDb 7,6 … A Star Is Born, 2018 IMDb 7,7 … The Notebook, 2004 IMDb 7,8 … Casablanca, 1942 IMDb 8,5 … The Holiday, 2006 IMDb 6,9Dünyada en çok izlenen film hangisi?Bu madde, Vikipedi biçem el kitabına uygun yüksekAdı11Avatar21Avengers Endgame31Titanik43Star Wars Güç UyanıyorHangi filmi izlesem 2021?Ne İzlesem Diyenlere! 2021'de Mutlaka İzlemeniz Gereken 14 Film Önerisi!Henüz izlemediyseniz 2021'de mutlaka izleyin dediğim ilk tavsiyem "Project Almanac" oluyor. … Bir diğer tavsiyem ise "Lion"… … The Room. … Toc Toc. … The Judge. … Ajin Demi Human. … The Family Next Door. … The romantik filmler hangileri?Gelmiş Geçmiş En Romantik 25 Aşk FilmiWhen Harry Met Sally Harry ile Sally Tanışınca, 1989. … Love Actually Aşk Her Yerde, 2003. … Pretty Woman Özel Bir Kadın, 1990. … Casablanca Kazablanka, 1942. … Vesikalı Yarim 1968 … The Bridges of Madison County Yasak İlişki, 1995. … The Notebook Not Defteri, 2004. “This kind of certainty comes just once in a lifetime.” Yasak aşk üzerine çekilmiş yüzlerce film, yazılmış binlerce şarkı vardır. Ama çok azında Bridges Of Madison County de olduğu kadar empati yapabilirsiniz. Robert James Waller’ın 1992 yılında yayınlanan aynı adlı kitabından uyarlanan filmde Clint Eastwood, hem yönetmen koltuğunda başarıyla oturuyor hem de başrolde Meryl Streep ile birlikte unutulmaz bir performans sergiliyor. Amerika-Iowa’da basmakalıp ve bağnaz insanlarla dolu bir kasaba Madison Kasabası. Kötü değil, hepsi iyi, nazik, yardımsever, güvenilir, dürüst insanlar ama hepsi aynı. Hiç farklı bir renk yok, insanlar aynı, işler aynı, günler birbiriyle aynı, makine gibi aynı şeylerle meşgul, öylesine yaşayıp giden bir kadın. 2. Dünya Savaşı sırasında İtalya’ya asker olarak gelen Richard ile evlenerek Iowa’da bir çiftlikte yaşamaya başlayan Francesca Johnson’ın hayatı işte böyledir. Kocası istediği için öğretmenliği bırakmış, tüm hayatını 16 yaşındaki kızı, 17 yaşındaki oğlu, kocası ve çiftlikteki işlere adayarak artık hayal kurmayı bile unutmuş bir ev kadınıdır. Robert Kincaid ise National Geographic’te fotoğrafçı olarak çalışan, hayatı dünyanın her yerini dolaşıp fotoğraf çekmekle geçen, bir kez evlenmiş ama yürütememiş özgür ruhlu bir adamdır. 1965 yazında Francesca’nın kocası ve çocukları eyalet fuarındaki yarışmaya katılmak üzere 4 günlüğüne evden giderler. Richard da, National Geographic’e Madison Kasabası’nın köprülerinin fotoğrafını çekmek üzere kasabaya gelir. Richard’ın Francesca’ya köprünün yolunu sormasıyla ikili tanışır ve geçen 4 gün boyunca önce ürkek ve çekingen sonra kendilerini alabildiğine bırakarak çılgınca bir aşk yaşarlar. Francesca kocasında unuttuğu romantizmi, çiftliğe gömdüğü hayallerini, tutkularını ve en önemlisi kadınlığını Richard’la tekrar hatırlamış, Richard’sa dünyayı dolaşırken aslında bilmeden aradığı limanın, Francesca’da bulduğu aşk olduğunu keşfetmiştir. Hızla geçen 4 günün sonunda Robert Francesca’dan onunla birlikte gelmesini ister. İzleyicinin en kararsız yorumlarda bulunup, en çok empati yapacağı kısım da burada başlar. Eşi ve çocukları için hayallerinden çok uzak, tekdüze yaşamaya mahkum olmuş bir kadın, çok az insana nasip olacak kesinlikte, gerçek aşkı bulmuşsa ne yapmalı? Giderse geride bıraktıklarının ağırlığı zamanla bu aşkı tüketir mi? Yoksa onca zaman başkaları için yaşadıktan sonra artık kendisi için yaşayıp aşkıyla mutlu olabilir mi? Kalırsa bu aşkı unutabilir mi? Kalbinde başka bir erkek varken kocasıyla yaşayabilir mi? Filmin en can alıcı sahnesinde, Francesca’nın kocasıyla beraber olduğu arabanın kapısını açıp öndeki Richard’a gidip gitmemek arasında kaldığı o saniyelerde Meryl Streep’in titreyen elinden aynı duygular doğruca size yansıyor. Bir yanınız “aç kapıyı, git” diyor, bir yanınız “ama ailen” diyor… “Eski hayaller, güzel hayallerdi. Gerçek olmasa da onları kurduğum için mutluyum.” Richard’ın bu cümlesiyle yaşamayı seçen Francesca aşkını yazıya döküyor ve tam 4 anı defterini öldükten sonra okumaları üzere çocuklarına bırakıyor. Peki ya çocukları? Siz olsanız ne düşünürdünüz; annenizin ölesiye durgun ve sıkıcı giden evliliği sırasında gerçek aşkı bulduğunu ama sizler için ondan vazgeçtiğini bilseniz ne yapardınız? Francesca’nın oğlu gibi onu suçlar mıydınız yoksa sizin için yaşanamamış bir sevgi adına üzülür müydünüz? Meryl Streep’in kusursuz oyunculuğu ile Oscar’a aday olduğu, Clint Eastwood’un oyunculuğu kadar yönetmenliğinin de ne kadar üstün olduğunu gösterdiği bu filmi izleyin, pişman olmazsınız.

the bridges of madison county izle unutulmaz filmler