5jyjrq. Kültür sanat mekanlarından bomontiada’nın Yapı Kredi ile iş birliğinden çıkan ilk meyvesi fotoğrafçı Lütfi Özgünaydın’ın Yaşar Kemal / Çukurova Fotoğrafları’ sergisine henüz gitmediyseniz çok çok az vaktiniz kaldı, benden söylemesi. Mutlaka gidin, Yaşar Kemal’le baş başa sohbet edin. İnanın, böyle bir fırsatınız var. İnsan kendinden bilir işi… Fotoğraf sanatçısı Lütfi Özgünaydın, Yaşar Kemal’in önce portrelerini çekti, onunla sohbetler yaptı sonra da Çukurova’ya giderek romanların geçtiği mekanları bir yıl süre ile fotoğrafladı. Özellikle Yaşar Kemal’in çizdiği rota üzerinde ve Hemite köyünde çalıştı. Bütün yaşadıklarını Yaşar Kemal ile konuşmalarını ve Çukurova’da fotoğraf çekerken yüreğinde birikenleri de bir kitapta topladı Çukurova Yaşar Kemal. İşte o kitaptaki fotoğraflardan oluşan bir sergi Yaşar Kemal / Çukurova Fotoğrafları’. Ve acele edin, gitmek için sadece bir gününüz kaldı. 25 Nisan’da ne yazık ki sona eriyor. Yaşar Kemal’in Çukurova’sını ve deneyimlerini fotoğraflarla buluşturan sergi, Yaşar Kemal’le selamlaşmanız için size bir fırsat sunuyor. Ki ben bu anı birkaç gün önce İstanbul Uluslararası Edebiyat Festivali çıkışında yaşadım. Geçtim karşısına Yaşar Kemal’in, gözlerinin içine baktım. “İri gövdeli bir çınar gibi karşımda dikelmiş ihtiyarın gözlerinden kara bir keder bulutu geçti. Yaşardı gibi.” Yaşar’dı, hep yaşayacaktı. Saman sarısı fotoğrafların arasından geçerken Çukurova’nın rüzgârı yüzümde esiyordu. Ellerimle dokunsam, buğday başaklarına değecekti parmaklarım… Çukurova’nın heybeti, Yaşar Kemal’in serin gölgesi altında yürürken dönüp arkama baktım yeniden. Hâlâ gözleri gözlerimdeydi. Sonra eve gittim, oturdum kendime Yaşar Kemal – Nilüfer’ foto albümü yaptım ve bunları yazdım. 6 Ekim 1923 Hemite, Osmaniye doğumludur. Tam adı Kemal Sadık Gökçeli'dir. Kürt kökenli Türk romancı, senaryo ve öykü yazarı. İlk öykü kitabı Sarı Sıcak'ta da yer alan Bebek öyküsü ile ilk romanı İnce Memed, Cumhuriyet'te tefrika edildi. İnce Memed, yaklaşık kırk dile çevrilerek yayımlandı. Kitaplarının yurt dışındaki baskısı yüz kırktan Kemal pek çok yapıtında Anadolu'nun efsane ve masallarından yararlanmıştır. PEN Yazarlar Derneği üyesiydi. Nobel Edebiyat Ödülü'ne aday gösterilen ilk Türk yılları arasında Thilda Serrero ile evli kalmış, 2002 yılında Ayşe Semiha Baban ile 2. evliliğini yapmıştır. 28 Şubat 2015 tarihinde organ yetmezliği sebebiyle yoğun bakımda olduğu hastanede vefat etmiştir. Cenazesi 2 Mart 2015 tarihinde düzenlenen törenin ardından Zincirlikuyu Mezarlığına defnedilmiştir. Yaşar Kemal, Nigâr Hanım ile çiftçi Sadık Efendi'nin oğlu olarak aslen Van-Erciş yolu üzerinde ve Van Gölü'ne yakın Muradiye ilçesine bağlı Ernis bugün Ünseli köyünden olan bir ailenin çocuğu olarak Adana'nın Osmaniye ilçesinin Hemite o zamanki adı Gökçeli ya da Göğceli; bugünkü adı Gökçedam köyünde doğdu. Yazarın doğum tarihi hakkında çeşitli kaynaklarda farklı bilgiler mevcuttur. Behçet Necatigil tarafından yazılan Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü'nde 1922;Tuba Tarcar Çandar tarafından hazırlanan Yaşar Kemal Fotobiyografi'sinde Ocak 1923 olarak belirtilmiştir. Doğum tarihinin nüfus cüzdanında 1926 yazdığını söyleyen Yaşar Kemal, nüfus cüzdanını ilkokulu bitirdikten sonra aldığını, kendi hesaplarına göre doğum tarihinin 1923 olduğunu ifade etmiştir. Bu tarihin de hatalı olabileceğini belirten yazar, köylülerin yayladan döndüklerinde doğduğunu, bunun da ekim ayına denk geldiğini söylemiştir. Kendi anlatımına göre bir Türkmen köyünde tek Kürt ailenin çocuğu olarak doğup büyüyen Yaşar Kemal, evde Kürtçe, köyde ise Türkçe konuşurdu. Luvan aşiretinden olan babası, Birinci Dünya Savaşı çıkınca ailesiyle birlikte ikâmet ettikleri köyden ayrılıp göç etmeye başlamışlardır. Van'dan Diyarbakır'a, buradan da Çukurova'ya bir buçuk yıl süren göç sonucu gelmişlerdir. O zamanlar Kadirli'ye bağlı olan altmış hanelik Türkmenlerin yaşadığı Hemite köyüne yerleşmişlerdir. "Babam, anam Doğu Anadoludan, 1915'te Rus ordusu Van'ı işgal edince, oradan bir buçuk yılda Çukurova'ya gelerek bu köye yerleşmişler. Köyde bizimkilerden başka Kürtçe konuşan hiç kimse yoktu. Ben kendimi bildiğimde Kürtçe sadece bizim evin içinde konuşuluyordu. Ben doğduğumda babam çok yaşlı, belki elli yaşın üstündeydi, anam da çok gençti. On yedi yaşında. Evde babamın bir kardeşi, onun karısı, bir de akrabaları bir genç kız vardı. Amcamın karısının bir elini Van'da bir top gülle parçası almış götürmüştü. Aile bir bey ailesiydi. Ailenin mensup olduğu Luvan aşiretinin son beyi Gulihan Bey babamın amcasıydı." Üç buçuk yaşlarında iken bir kurban kesimi sırasında halasının kocasının elindeki bıçağın kayarak gözüne saplanması sonucu sağ gözü kör oldu. Dört buçuk yaşındayken, babası camide namaz kıldığı sırada Van'dan göç ederken ölümden kurtarıp besleyip büyüttüğü Yusuf adındaki oğulluğu tarafından öldürüldü. Bu olaydan sonra on iki yaşına kadar kekemeliğe tutuldu. "Ben babamın camide, o, namaz kılarken yanındaydım, hançerlendiği akşamdan sonra, sabaha kadar yüreğim yanıyor, diye ağladım. Ardından da kekeme oldum ve on iki yaşıma kadar zor konuştum. Yalnız türkü söylerken kekemeliğim geçiyordu. Hiç kekelemiyordum. Kitap okurken de, okur yazar olduktan sonra, hiç kekelemedim. On iki yaşımdan sonra kekemeliğim geçti." Babasının öldürülmesinden sonra annesi Nigâr Hanım, yazarın amcası Tahir Efendi ile evlendi. Babası varlıklı biriyken ölümü sonrası ailesinin maddi durumu değişmiş ve köyün en fakir ailelerinden olmuşlardır. Sekiz yaşındayken köye gelen çerçinin köy kadınlarının borcunu bir deftere yazdığını gördü ve yazılanın yazı olduğunu öğrendi. Dokuz yaşındayken Adana'nın Burhanlı köyündeki ilkokula giderek üç ayda okuma ve yazmayı öğredndi. Ortaokul ikinci sınıftayken sınavla Türk Maarif Cemiyeti'nde yatılı olarak okumaya başladı fakat üç ayı bulan devamsızlığından ötürü yatılı okuma hakkıı kaybetti. Son sınıftayken okuldan tasdikname ile ayrılarak çeşitli işlerde çalıştı. Kuzucuoğlu Pamuk Üretme Çiftliği'nde ırgat kâtipliği 1941, Adana Halkevi Ramazanoğlu kitaplığında memurluk 1942, Zirai Mücadele'de ırgatbaşlığı, daha sonra Kadirli'nin Bahçe köyünde öğretmen vekilliği 1941-42, pamuk tarlalarında, batozlarda ırgatlık, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptı. Yaşar Kemal, Türkiye'den aldığı birçok ödülün yanı sıra Uluslararası Cino del Duca ödülü, Légion d'Honneur nişanı, Commandeur payesi, Fransız Kültür Bakanlığı Commandeur des Arts et des Lettres nişanı, Premi Internacional Catalunya, Fransa Cumhuriyeti tarafından Légion d'Honneur Grand Officier rütbesi, Alman Kitapçılar Birliği Frankfurt Kitap Fuarı Barış Ödülü'nün de bulunduğu yirmiyi aşkın ödül, ikisi yurt dışında beşi Türkiye'de olmak üzere, yedi fahri doktorluk payesi almıştır. 1973'te Nobel Edebiyat Ödülü'ne aday gösterildi. Nobel'e aday gösterilen ilk Türk olan Kemal, verdiği bir röportajda "Ölene kadar da aday olacağım." dedi. EDEBİ KİŞİLİĞİ Eğitimini düzenli bir biçimde tamamlama imkânı bulamayan Yaşar Kemal, hayat okulunda kendi kendini yetiştirmiş biridir. Daha çok küçük yaşta doğaya, insanlara ve topluma karşı ruhunda uyanan ilgi, eserlerinin temelini oluşturur. İçinde yetiştiği Çukurova'da saf, el değmemiş doğayı, karıncadan kartala kadar tüm canlıları gözlemlemiş ve incelemiştir. Yazar doğayla, bitkiler ve hayvanlarla iç içe yetişmiştir. Eserlerindeki bitki adlarının tercüme edilen dilde bulunamıyor olması, eserlerini yabancı dillere çevirenlerin en çok yakındıkları konuların başında gelmektedir. Halk kültürü açısından çok zengin bir bölge olan Çukurova'da büyüyen sanatçı için, folklor vazgeçilmezdir. Folkloru kendisinin köken kültürü saymaktadır. Sadece Çukurova'yı değil, Anadolu'nun birçok bölgesini de sonradan değişik vesilelerle dolaşan Yaşar Kemal'in en büyük merakı yine buraların folkloru olmuştur. Halkın içinde yer alıyor, onları çok iyi tanıyor olması, sanatını en iyi şekillendiren unsurların başında gelir. 1942-1944 yıllan arasında Ramazanoğlu Kütüphanesinde çalışırken okuduğu yüzlerce klasik eser sanatını oluşturan diğer bir unsurdur. Seçilmiş eserleri okumasında Arif, Abidin ve Güzin Dino'ların yardımları olur. Hatta Güzin Dino, yazara okuması gereken kitapları gösteren ve Fransız klasiklerinden oluşan bir liste verir. Üzerinde derin etkiler bırakmış biri de, gözleri görmeyen ve hayatı halk arasında efsaneleşmiş bir dengbej olan Abdale Zeynikî'dir. Adana'da 1940'lı yıllardaki mevcut kültür çevreleri ve aydınları da sanatının oluşmasında önemli unsurlardandır. Röportajları Yanan Ormanlarda Elli Gün Çukurova Yana Yana Peri Bacaları Bunların hepsini Bu Diyar Baştan Başa Allahın Askerleri Röportaj Yazarlığında Çocuklar İnsandır Hikâyeleri Pis Hikaye Bebek, Dükkancı Memet ile Memet Sarı Sıcak Romanları İnce Memed Teneke Höyükteki Nar Ağacı Ortadirek/Dağın Öte Yüzü 1 Yer Demir Gök Bakır/Dağın Öte Yüzü 2 Ölmez Otu/Dağm öte Yüzü 3 Demirciler Çarşısı Cinayeti Yusufçuk Yusuf Yılanı Öldürseler Al Gözüm Seyreyle Salih Kuşlar da Gitti Deniz Küstü Yağmurcuk Kuşu Kale Kapısı Kanın Sesi Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana Karıncanın Su İçtiği 2002 Çıplak Deniz Çıplak Ada / Bir Ada Hikayesi Tek Kanatlı Bir Kuş Deneme Ağıtlar Taş Çatlasa Baldaki Tuz Gökyüzü Mavi Kaldı Ağacın Çürüğü Sarı Defterdekiler Ustadır Arı Zulmün Artsın Çeviri Ayışığı Kuyumcuları Manşet Koronavirüs Gündem Dünya Spor Ekonomi Teknoloji Hayat Seçim Yazarlar Video Foto Galeri Bilgi Kartları İnfografik Son Dakika Türk edebiyatının çınarıydı Abone Ol 28 Şubat 2019 Türk edebiyatına 26 roman, 11 deneme, 9 röportaj, 2 öykü ve şiir alanında bir eseri miras bırakan, Türk edebiyatının çınarı Yaşar Kemal, vefatının 4'üncü yılında anılıyor. Unutulmaz ustanın hayatına dair her şeyi arşivlerden çıkan fotoğraflarıyla anlattık. Gerçek adı Kemal Sadık Gökçeli olan usta yazar, Nigar Hanım ile çiftçi Sadık Efendi'nin oğlu olarak, Adana sınırları içerisindeki Osmaniye'de 6 Ekim 1923'te dünyaya geldi. Kemal'in Van-Ercişli olan ailesi, 1. Dünya Savaşı yıllarında sırasıyla Diyarbakır, Şanlıurfa ve Gaziantep'e gitti, son olarak da Adana'ya yerleşti. Bir buçuk yıl süren göç esnasında Yusuf adlı yaralı bir çocuğu yanına alarak evlat edinen Sadık Efendi, henüz 4 yaşındaki Kemal'in gözleri önünde, Yusuf tarafından öldürüldü. Kemal, bu olaydan çok etkilendiğinden 12 yaşına kadar kekeme konuştu. Yaşar Kemal, küçük yaşta bir kaza sonucu sağ gözünü kaybederken, 8 yaşındayken köye gelen bir tuhafiyecinin köy kadınlarının borcunu yazmasından etkilenip, yazmaya ilgi duydu. Küçük yaşta doğaya, insanlara ve topluma karşı ilgi duyarak eserlerinin temelini oluşturan Yaşar Kemal, ilkokula gitmeden önce "Aşık Kemal" mahlasıyla halk şiirlerine imza attı. İlkokula 9 yaşında başlayan Kemal, okul arkadaşı Aşık Mecit ile aşıklarla atışacak derecede türküler söyleyip ağıtlar yakarken, annesinin engel olmasından dolayı saz çalmayı tam anlamıyla başaramadı. Kemal, 1938'de mezun oldu. Kaleme aldığı ilk şiiri "Seyhan", 1939'da Adana Halkevi Dergisi'nde yayımlandı. Ortaokula 1941'de başlayan ancak son sınıfta hastalandığı ve kendini edebiyata verdiği için, yatılı öğrencilik hakkını kaybeden Kemal, ırgat katipliği, memurluk, ırgatlık, inşaat denetçiliği, öğretmen vekilliği ve arzuhalcilik gibi farklı işlerde çalıştı. Kemal, hayatın zorluklarıyla olgunlaşırken, toplumun acılarını ve yaşadıklarını eserlerine yansıttı. Halk edebiyatına da ilgi duyan Kemal'in şiirleri 1940'lı yıllarda "Çığ", "Ülke", "Millet", "Kovan" ve "Beşpınar" dergilerinde okurla buluştu. Aynı yıllarda Pertev Naili Boratav, Nurullah Ataç, Güzin Dino, Arif Dino ve Abidin Dino ile tanışan Kemal, Abidin Dino vesilesiyle okuduğu "Don Kişot" eserinden etkilenerek, Batı edebiyatı üzerine daha çok okuma yaptı. Usta yazarın, 1940-1941 arasında Çukurova ile Toroslar'dan derlediği ağıtları içeren "Ağıtlar" adlı ilk kitabı, 1943'te Adana Halkevi tarafından yayımlandı. Yaşar Kemal, 1946'da askerliğini yaptığı Kayseri'de ilk uzun hikaye kitabı "Pis Hikaye"yi kaleme aldı. İstanbul'a 1951'de taşınan Kemal, kısa bir süre işsizlikten sonra "Yaşar Kemal" imzasıyla, Cumhuriyet gazetesinde, fıkra ve röportaj yazdı. Yazılarında Anadolu insanının iktisadi ve toplumsal sorunlarını anlatmaya çalışan Kemal'in yine bu dönemde yaptığı "Dünyanın En Büyük Çiftliğinde Yedi Gün" başlıklı röportajı, Gazeteciler Cemiyetince verilen "Özel Başarı Armağanı"na değer görüldü. Kemal, 1952'de Sultan 2. Abdülhamid'in baştabibi Jak Mandil Efendi'nin torunu Thilda Serrero ile evlendi. Türkçe, İngilizce, Fransızca ve İspanyolcayı iyi bilen Serrero, Kemal'in 7 eserini yabancı dillere çevirdi, çeşitli yayınevleriyle ilişkiler kurarak, eşinin Avrupa'da daha çabuk tanınmasını sağladı. Raşit Gökçeli adlı bir oğlu olan çiftin evliliği, Serrero'nun vefat ettiği 17 Ocak 2001'e kadar devam etti. Usta yazar, 2002'de Ayşe Semiha Baban ile evlendi. "Bebek", "Dükkancı" ve "Memet" adlı hikayelerinin de içinde bulunduğu "Sarı Sıcak" kitabını 1952'de yazan Kemal, yoksulluk, şiddet, dayanışma, yozlaşma, doğa tutkusu, insan-doğa çatışmasını eserinde işledi. Yaşar Kemal, "Sünger Avcıları" başlıklı röportaj dizisiyle okuyucuların beğenisini kazanırken, 1955'te Varlık dergisinin "Roman Armağanı"nı kendisine kazandıran romanı "İnce Memed"i yayımladı. Yazarın, 1953-1954'te Cumhuriyet gazetesinde dizi olarak yayımlanan yazılarından oluşan eser, 40'tan fazla dile çevrilerek, dünya çapında ilgi gördü. Edebiyat hayatının yanı sıra, siyasi faaliyetlere devam eden Kemal, 1967'de çıkarmaya başladığı "Ant" adlı derginin eklerinden biri sebebiyle 18 ay hapse mahkum oldu. Daha sonra bu karar, Yargıtay tarafından bozuldu. Yazıları ve siyasi etkinlikleri dolayısıyla birçok kez kovuşturmaya uğrayan Yaşar Kemal, 1974-1975'te Türkiye Yazarlar Sendikası'nda Genel Başkan olarak görev yaptı. Kemal, 1988'de kurulan PEN Yazarlar Derneği'nin de ilk başkanı oldu. Eserlerinde sade ve akıcı bir üslup kullanmayı tercih eden ünlü yazar, roman ve öykülerinde çoğunlukla Çukurova'da yaşanan insan dramlarını işledi. Kemal'in "İnce Memed"in de aralarında bulunduğu 9 eseri de beyazperdeye aktarıldı ve birçok eseri tiyatroya uyarlandı. Kitaplarında Anadolu'nun efsane ve masallarından da yararlanan Kemal, 1970'ten sonra yazdığı romanlarında ise şehir insanının hayatını ele aldı. Yaşar Kemal, ilki 1973'te olmak üzere pek çok kez Nobel'e aday gösterilmesine rağmen bir türlü Nobel ödülünü alamadı. Nobel'e aday gösterilen ilk Türk olan Kemal, verdiği bir röportajda "Ölene kadar da aday olacağım." şeklinde görüşlerini dile getirdi. Yakın dostu Zülfü Livaneli, Nobel ödülünün küçük hesaplar ve kıskançlıklar dolayısıyla Yaşar Kemal'e verilmediğini, "Sevdalım Hayat" kitabında şu sözlerle aktardı "Bir seferinde Yaşar Kemal, Nobel Ödülü'ne çok yaklaşmıştı. En güçlü aday olarak adı geçiyordu ve sonradan öğrendiğimize göre ödülü kazanamaması için hiçbir neden yoktu. Tam o sırada bazı Türkler ve Türkiyeli Kürtler devreye girerek, Yaşar Kemal aleyhine bir dedikodu çarkı çevirdiler. İsveç akademisine, Türk edebiyatını iyi bilmediklerini, aslında Yaşar Kemal'in Türkiye'de beşinci sınıf bir yazar olduğunu, sadece o çevrilmiş olduğu için ödülü ona vermenin haksızlık olacağını söylemişler. Bu arada bazı Kürtler de Yaşar Kemal'in Kürt olduğu halde Türkçe yazmasının Kürt kimliğini inkar etme anlamına geldiğini öne süren bir kampanya başlattılar. Onlara göre Yaşar Kemal, Kürt halkının masallarını alıp Türklere mal etmekle görevli bir devlet yazarıydı. Lars Gustafson adlı İsveçli romancı Avusturya'da tanıştığı Diana Canetti adlı Türkiyeli bir yazarın Türkiye'de Yaşar Kemal'den daha ünlü olduğunu yazınca dayanamadım ve yazının yayımlandığı Expressen gazetesine bir açıklama gönderdim. Bu tartışmalar, zaten kıl payı dengeler üstünde duran İsveç akademisini ürküttü ve Yaşar Kemal'e verecekleri ödülü ertelemeyi uygun görüp Patrick White'a verdiler." Adana Çukurova'da yazı hayatına başlayan Yaşar Kemal'e, 1993'de Kültür ve Turizm Bakanlığı Büyük Ödülü, 2008'de ise edebiyat dalında "Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü" takdim edildi. Ödülü dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün elinden alan Kemal, ödül konuşmasında "Anadolu sayesinde dünya kültürüne katkı sağlayacağız. Kitaplarımı okuyanlar barışçı olsunlar. Yoksa zahmet etmesinler." ifadelerini kullanmıştı. Yurt dışında da birçok ödüle layık görülen Kemal, "Uluslararası Cino del Duca ödülü", "Legion d'Honneur nişanı", "Commandeur payesi", "Fransız Kültür Bakanlığı Commandeur des Arts et des Lettres Nişanı", "Premi Internacional Catalunya", Fransa tarafından verilen "Legion d'Honneur Grand Officier rütbesi", Alman Kitapçılar Birliği'nin verdiği "Frankfurt Kitap Fuarı Barış Ödülü"nün de bulunduğu 20'yi aşkın ödül, ikisi yurt dışında olmak üzere, 7 fahri doktorluk payesi aldı. Hayatı boyunca şiir, öykü, roman, anı, röportaj, derleme, söyleşi, deneme, oyun, fıkra, makale ve senaryo gibi birçok edebi türde eser kaleme alan usta yazar, Türk edebiyatına 26 roman, 11 deneme, 9 röportaj, 2 öykü ve şiir alanında bir eseri miras bıraktı. Yaşar Kemal, solunum yetmezliği şikayetiyle tedavi gördüğü hastanede, çoklu organ yetersizliği ve kalp ritm bozukluğu sebebiyle 28 Şubat 2015'de 92 yaşında vefat etti ve Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedildi. Usta yazarın bazı roman ve eserleri şöyle "Demirciler Çarşısı Cinayeti 1974", "Yusufçuk Yusuf 1975", "Yılanı Öldürseler 1976", "Al Gözüm Seyreyle Salih 1976", "Kuşlar da Gitti 1978", "Deniz Küstü 1978", "Yağmurcuk Kuşu 1980", "Kale Kapısı 1985", "Kanın Sesi 1991", "Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana 1997", "Karıncanın Su İçtiği 2002", "Tanyeri Horozları 2002" "Çıplak Deniz Çıplak Ada / Bir Ada Hikayesi", "Tek Kanatlı Bir Kuş, 2013", çocuk romanı "Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca 1977" destansı roman "Üç Anadolu Efsanesi 1967", "Ağrıdağı Efsanesi 1970", "Binboğalar Efsanesi 1971", "Çakırcalı Efe 1912" Röportaj ve denemeleri arasında ise şu eserler yer alıyor "Yanan Ormanlarda Elli Gün", "Çukurova Yana Yana", "Peri Bacaları", "Bunların hepsini Bu Diyar Baştan Başa", "Allah'ın Askerleri", "Röportaj Yazarlığında", "Çocuklar İnsandır", "Ağıtlar", "Taş Çatlasa", "Baldaki Tuz", "Gökyüzü Mavi Kaldı", "Ağacın Çürüğü", "Sarı Defterdekiler", "Ustadır Arı", "Zulmün Artsın" Belki her insanın içinde bir kahraman özlemi, bir kahraman olma çabası vardır. Şu dünyada haline, gününe razı olan çok az kimse var. Olmaması daha iyi ya. Ben, bu kahramanlık çabasına, kahraman özlemine hiçbir şey demiyorum. Biraz da hoşuma gidiyor. Şu kahramanlığı da epeyce yemişler. Bu kahramanların içinde belki de en hoşu Don Kişot. Bana kalırsa dünyadaki geçmiş kahramanların en işe yaramış, en gerçeği, en insanı da Don Kişot. Don Kişot olmasaydı, kahraman sayılan insanları biz daha çok tanrılaştıracaktık. Bana bir kahramandan söz açtılar mı, hemencecik Don Kişot geliyor gözümün önüne. Ona saygıyla, sevgiyle bakıyorum. O ne güzel adam, candan adam, gözünü daldan budaktan sakınmaz, alçakgönüllü adam! Ben Don Kişot’u çok seviyorum. İnsanlığımızın şişirilmiş bu yönünü çok seviyorum. Yukarıda dedim ya, şu kahramanlığı epeyce yemişler, anasını bellemişler. Kim yapmışsa yapmış, şu kahramanlık denilen şeyi insanlıktan çıkarmış. Kahramanlık şiirlerine bakın, amanallah… Bunlar insan değil, bunlar etten, kemikten değil, bunlar kımıldanan, kükreyen, dövüşen, ne biçim büyük bir iş gördüğü sanılıyorsa, o işi gören kocaman kaya parçaları. Kocaman, erişilmez tanrılar. İşte bu kaya parçalarının, bu tanrıların anasını Don Kişot aslanıyla Cervantes bellemiş. İnsanlar da yüzyıllarca kutsadıkları, taptıkları palavra kahramanlığa gülmüşler. Daha da gül babam gül ediyorlar ama, bir türlü de cart curtlarını bırakamıyorlar. Ben kahramanlığa karşı değilim. Büyük de bir saygım var kahramanlığa. Niçin saygım olmasın, bütün insanların saygısı var. Ben onlardan ayrıksı mıyım? Don Kişotla birlikte, ondan sonraki düşünürler tanrı kahramanlığı yavaş yavaş dize getirmişler. Ama insanlar durur mu, onların kahramanlığa ihtiyaçları var. Bir adamı sivriltip mutlaka yakasına yapışacaklar. Önlerine katıp oradan oraya, esen yellerin önündeki yaprak misali sürükleyecekler. Kahramanlık çağımızda kabuk değiştiriyor. Tanrılıktan sıyrılıp insan oluyor. Kahraman olağanüstüden aşağıya usul usul iniyor. Bir kılıçta yetmiş kafayı uçuran artık kahraman değil. Yalansa da, doğruysa da yetmiş kelle uçuran bu çağda bize hiçbir şey söylemiyor. İkinci Dünya Savaşında üç yüz düşman uçağı düşüren pilot bile o kadar önemli bir kahraman sayılmıyor. Bakın bu üç yüzlük kahramanın adını bilseydim burada anardım. Biliyorum. İnsanlar ona eskiden verdikleri önemi verselerdi, şimdi ben değil, o kişinin adını bebeler bile öğrenirdi. Hiroşimaya atomu atan kişi kendini kahraman saymıyor. Yetmiş değil, yetmiş bin cana kıyan kişi kahraman olmaz mı? Bu kişi ne oluyor biliyor musunuz, kendini suçlu sayıyor, bu işi yaptığından dolayı utanıyor, insanların yüzüne bakamıyor. Kendini cani sayıyor. Bir kanlının acısıyla insanların arasında dolaşıyor. Bütün bunlardan ne çıkıyor? Bizim kahramanlık saydıklarımız, artık çağımızda kahramanlık değil. Eski çağlardan, çağımızda kahramanlık sayılan bir kahramanlık yok mu? Olmaz olur mu? İnsan tarihi ne kadar kötü, iğrençse o kadar da güzeldir. Köleliğin zincirini kırıp dağa çıkan, hürriyet için baş veren Spartaküs her çağın kahramanıdır. Her çağda insanlar onu kutsayacaklardır. Spartaküs insan gibi, insanlar arasında anılacaktır. Bütün bu sözler ne için? Çağımızdaki kahramanlığı, bundan önceki kahramanlık anlamıyla hiçbir şekilde karıştırmamalıyız. Çok az ilişiği var. Bu çağın kahramanlığına, başka bir ad bulmalı. Bu da benim gücümün dışında. İnşallah bulurlar, başkaları. Çağımızın kahramanlığının babası Galileo olsa gerek. Bununla çağımız kahramanlığını bir iyice anlattım sanıyorum. Yani, düşüncesi uğruna canını, başını koymuş kişi. Düşüncesi için gözünü kırpmadan ölüme giden kişi. Demem o ki, bu da artık, o eski anlamında kahramanlık sayılmamalı. Doğal bir olay bu. İnsanın ilk şartı, artık çağımızda böyle, bir düşüncesi olması, düşüncesini savunmak için gerekirse kellesini ortaya koyması. Gene tekrar ediyorum, bu da kahramanlık sayılmamalı, doğal bir olay olarak görülmeli. İnsanlar toptan kahramanlığa mı yükseliyor, diyenler çıkar. Bence gittikçe her şey güzelleştiği gibi, insan kafası da güzelleşiyor, ilerliyor. Boş, tangırtı kahramanlık çoktan iflas etti. Gelin görün ki bizim memleket ağzına kadar kahramanlarla dolu. Bir kahraman bolluğu ki, olmaya gitsin. Ne yana baksan bir kahraman… Her gün yüzlerce, binlerce kahraman türüyor. Nereden çıkıyor bu kahramanlar, nasıl çıkıyorlar, akıl almaz. Dünya sosyologlarının yerinde olsam, gelir Türkiyeye bu kahramanlık hastalığını bir iyice araştırırım. Bu kahramanlar da çağımıza uygun kahramanlar mı, ne gezer. Eski çağların tanrı kahramanlarına mı benzerler, ne gezeeer! Bu, yepyeni, apayrı bir kahraman türüdür. 1946 yılını göz önüne getirin. DP’liler nasıl kahraman gibi karşılandılar? Ne yapmıştı bu adamlar, hangi düşünce uğruna tırnaklarını kesmişlerdi? Milli Şef diktatörünün kanatları altından çıkıp, ona karşı durmuşlardı. Yıllarca eller üstünde taşındılar. Sonra onlar iktidarı ele aldılar. Birtakım gazeteciler, hepimiz ona karşı geldik. Ve hepimiz kahraman olduk. Ama onun zulmüne karşı koymak o kadar büyük cesaret isteyen bir iş değildi. Olağan bir şeydi. Batıda böylesi karşı koyanlara kimse kahraman demiyor. Öyle olsa bütün grevciler kahraman sayılır. Herkes ödevini yapmış sayılıyor. Kimsenin burnu büyümüyor. Bir Anadolulu, köylü yazar olarak, yazı yazarken Anadolunun yoksulluğuna karşı koymak zorundaydım. Bu benim ödevimdi. Bu çerçeve içinde romanlar yazıyordum. Ne güzel roman yazıyor bu adam demiyorlardı da, bakın ne biçim bir yiğitlikle yoksulluktan söz açıyor, diyorlardı. Belki de yoksulluktan söz açmak bir zamanlar kahramanlıktı. Belki şimdi de kahramanlık. Ama daha çok bir ödev. Bir yazar bu memlekette yaşıyor da yoksulluğu görmüyorsa o yazar kınanmalı, kötülenmeli, sen vicdansızın birisin, iyi insan değilsin denmeli ona. Ama yoksulluktan söz açan yazara, kahraman gözüyle bakılmamalı. İşte buna tam düşünce yoksulluğu denir. Sonra efendim, bizim toplumumuzda başka kahramanlar da türedi. Bizim yurdumuz çok kötü durumda. Karmakarışık. Korkunç. Dört başı mamur bir yoksulluk içindeyiz. Bunun kurtuluş yolu olsa gerek. Bu gerçeği görüp söyleyenler kahraman… Bunlar kahraman değil. Bunlar kahraman olmak da istemezler. Nelerine gerek kahramanlık, ne yapacaklar kahraman olup da. Bunların karşılarına dağarcıklarında azıcık unları bile olmayanlar çıktılar. Bunlar gericilerdi. Durumu olduğu gibi tutmak istiyorlardı. Sırtlarını ağaların, fabrikacıların paralarına dayamışlardı. Halkın soyulmasında onların yardakçılarıydılar. İşte bunlar da bizim toplumda kahraman oldular. Şimdi memlekette kahramandan geçilmiyor. Necdet Elmas kahraman, hani geçen gün şu balıkçıyı öldüren on altı yaşındaki çocukcağız kahraman… Herkes herkes kahraman. Daha çıkacağından başka… Dedim ya, ben sosyologların, psikologların yerinde olsam hemen Türkiyeye koşar, sonucu müthiş gerçeklere ışık tutacak araştırmalara başlardım… Haa… Az daha unutuyordum, Yassıadada Anayasayı çiğnemekten, ihtilastan, örtülü ödenek yolsuzluğundan mahkum edilmişler, daha bin türlü kirli işlere girip çıkmışlar, yavaş yavaş kahraman oluyorlar. Yaşar Kemal Ağacın Çürüğü

yasar kemal in cukurovali kahramani